top of page

Sosis Nasıl Yapılıyor?: “Mozart in the Jungle”

  • Yazarın fotoğrafı: Dila
    Dila
  • 4 Eyl 2017
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 6 Ara


ree

Bu yazıda sınıf ayrımı tartışmaları içinde haksız yere toplumun büyük bir kesiminden uzaklaştırılan “yüksek sanat” konusuna kısaca değinmek istiyorum. Çoğunlukla zenginlerin sponsorluğuyla gelişen yüksek sanatta yine zenginlerin hak arayışı, geriye dönüp bakıldığında adil görünmese de anlaşılabilir bir durum. Bir yanda sanatı sınıfsal kimliğinin bir parçası hâline getiren, çok yönlülük uğruna kendini paralayan üst kesim; diğer yanda ise hayat gailesinden başını kaldırabildiğinde üç dilek hakkıyla önce biraz nefes, biraz güvenlik, belki de günlük ihtiyaçlarının karşılanmasını isteyecek alt kesim. Bu denklemde “bir tarafın mutlu olduğu, diğer tarafın ise mutlu etmeye zorlandığı tuhaf bir denge” oluşuyor.


Fakat günümüzde bu dinamik bardakta durduğu gibi durmuyor. Sanat, toplumun her kesimine hitap eden bir eğlence unsuruyken ‘yüksek sanat’ olgusu ortaya atıldığından beri sınıflar arasında sosyal değer ölçen bir mihenk taşına dönüştü. Buna rağmen ‘yüksek sanat’ denince akla hâlâ porselen fincanlar, ipek kumaşlar geliyor; bu alandaki sanatçılar ise çoğu zaman züppe olarak yaftalanıyor. Oysa kapı zillerimiz Für Elise çalarken, opera biletleri 30 lirayken ve internet sayesinde her şeye ulaşmak mümkanken neden hâlâ yüksek sanata bu kadar temkinli yaklaşıyoruz? Sorunun yalnızca erişimle ilgili olmadığı açık. Bu temkinin ardında, sınıf ayrımının yarattığı kırgınlıkla örülmüş kalın bir önyargı duvarı var. Ve ben bu duvarın Mozart in the Jungle gibi yapımlar sayesinde bölüm bölüm inceltilebileceğine inanıyorum.


Mozart in the Jungle, alt sınıfın içerlemesi gereken grubun yüksek sanatı icra eden sanatçılar değil, sanatı sınıfsal kimlik gösterisi hâline getiren stereotipik zengin izleyici kitlesi olduğunu öne sürerek sanatı aklamaya çalışıyor. Ortalama bir devlet memurundan daha düşük yaşam standartlarına sahip müzisyenlerin olağan hayatları ve olağandışı icralarını anlatan dizi, sahnede “ulaşılamaz” gördüğümüz ve bu yüzden antipati duyduğumuz sanatçıları alıp bizimkinden bile daha arka koltuklara oturtuyor. Otobiyografik bir eserden uyarlandığı için bize “sosisin nasıl yapıldığını” gerçekçi bir şekilde gösterebiliyor; izledikçe aslında abartılacak bir şey olmadığını fark ediyor ve önyargılarımızdan biraz kurtuluyoruz. Orkestra üyelerinin bazen en temel haklarını bile sendika yoluyla almaya çalışmaları, en ufak ek iş fırsatına bile koşarak gitmeleri, üstelik bunun New York gibi sanata büyük bütçe ayıran bir yerde yaşanıyor olması insana “Bir flüt kaç para ulan?” dedirtiyor.


Dizi, doğası gereği orkestra ruhunu benimsediğinden kısmen ansambl bir oyuncu kadrosuna sahip. Bu, kimi zaman kimin ana karakter olduğunu unutturacak kadar ustalıkla işlenmiş. Elbette, Rodrigo karakteri ve onu canlandıran Gael Garcia Bernal, kadraja girdiği anda tüm ışığı üzerine çekmeyi başarıyor. Bernal’ın Rodrigo’ya kattığı cinsel karizma, rahatlık ve tutku; Latin erkek stereotipini besleyip klişeyi biraz taşırsa da, doğrusu izlerken bunu eleştirmeye fırsat bulamıyorsunuz. Üstelik bu karakterin, bigudili-peruklu-pudralı Mozart imgesine kontrast olarak kullanılması da izlerken hafifçe kikirdetiyor.


Eserin adından ve Rodrigo’nun gördüğü halüsinasyonlardan anlaşıldığı üzere dizide güçlü bir Mozart & Rodrigo paralelliği var. Bir müzik dehası olarak toplumun beklentileri yüzünden büyümeye vakit bulamamış Rodrigo’nun yetişkin-çocuğa dönüşmesi ve byronik özgüveninin altında yatan çaresiz ilham arayışı, hem kendisine hem de Mozart’a derinlik katıyor. Bunun yanında dizinin ilk sezonuna hâkim olan Mozart & Salieri paraleli, Amadeus’taki gibi bir karşıtlığa dayanmıyor. Dizide Salieri yani Thomas pek de “kötü adam” olarak sunulmuyor; Rodrigo’nun dehası ile Thomas’ın temsil ettiği gelenek ve sıkı çalışmanın hikâyesi iki taraftan da anlatılıyor, karar ise seyirciye bırakılıyor. Bu iki şefin yalnızca sahnedeki batonlardan ibaret olmadıklarını, sahne arkasında herkes kadar - hatta çoğu zaman daha fazla - emek verdiklerini görmek de sosis yapımının baharatlama kısmını izlemek gibi bir etki yaratıyor.


30 dakikalık bölümleri, artan temposu, Gael Garcia Bernal’ın etkileyici performansı, ustaca dengelenmiş komedi & drama yapısı ile Mozart in the Jungle, bir oturuşta bitirip ardından yemek yerken arka planda yeniden açılacak türden bir dizi. Ülkemizde Amazon Prime üzerinden izlenebiliyor.

 
 
 

Yorumlar


Abonelik Formu

©2021, apatot tarafından kurulmuştur.

bottom of page